15 Eylül 2023 Cuma

Polonya ve Macaristan


Güncel haritaya bakıldığında Polonya ve Macaristan şimdiki coğrafyamızdan oldukça uzak görünüyorlar. Tarihsel bağlamda ise, bölgenin kontrolu için her iki ülke geçmişinde Osmanlılar ile karşı karşıya geldi.  Din etkeninin, ulus devlet öncesi hanedanlar çatışmasındaki rolü nedeniyle bu karşılaşmalar barışçı niyetler taşımıyordu. Macar kralları Osmanlı ilerleyişini durdurmak ve kendi varlıklarını sürdürmek için ellerinden geleni yaptı. Daha sonra, Macar toprakları Habsburglar ile Osmanlılar arasında adeta tampon bölge işlevini gördü.

Koşulların zorlamasıyla Macarlar, Avusturya hanedanı ile ortak ülke konumunda (1864-1918) yaşadılar. Bu birliktelik Macarların geniş toprakları yönetmesi açısından çok da sorunlu değildi. Yine de tam bağımsızlık yönünde bir mücadele hep oldu.

Polonyalıların (Lehler), Osmanlılar ile çatışması onlar açısından oldukça talihsiz sonuçlandı. Varna Savaşında (1444) Haçlı ordularının başındaki Lehistan kralı III. Ladislas (Władysław) hayatını kaybetti. Bu savaşta Ladislas aynı zamanda Macaristan’ın da kralıydı. Daha sonra bugünkü Ukrayna bölgesinin kontrolu için Lehistan-Osmanlı ilişkileri gerilimli bir süreç izledi.  Köprülüler döneminde Lehistan üzerine kurulan üstünlük, Viyana kuşatmasında Avusturyalıların yardımına gelen Jan Sobiyeski’nin sonuç belirleyici desteği ile Osmanlı aleyhine döndü.  Rusya’nın bölgedeki etkisinin artmasına paralel olarak ilişkiler yakınlaştı.  

Polonya tarihi, Prusya ve bununla bağlantılı Töton Şövalyeleri ile de yakından ilgilidir. Yine Ukrayna, Beyaz Rusya topraklarının büyük bölümü bir dönem Polonya-Litvanya birliğinin egemenliğindeydi. Vurgulanması gereken bir konu da, Polonyalıların 1795'den 1807’ye kadar adeta ülkesiz olarak, başka devletlerin sınırları içinde yaşamalarıdır. Tam bağımsızlık onlar için I.Dünya Harbi sonunda gerçekleşmiştir.

19.yüzyıl ortalarında Avrupa’daki özgürlük rüzgarları, her iki ülkede de etkisini göstermiş, başarısız olan ayaklanmaların önderleri ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Macaristan’dan kaçan yurtseverlerin önemli bölümü Osmanlı’ya sığınmış, bir kısmı da burada kalarak değişik alanlarda görevler üstlenmişlerdir.

Polonya’daki 1830 ayaklanmasının liderlerinden Prens Adam Jerzy Czartoryski de İstanbul’a gelmiş, bugün Polenezköy adını taşıyan yerleşim yerinin kurulmasına öncülük etmiştir.

Sovyetler Birliği dönemi ve sonrasında her iki ülkenin rejimleri benzer süreçleri yaşamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında tek parti iktidarına dayalı sistem değişmiş ve çok partili yeni bir demokratik döneme geçilmiştir. Günümüzde Polonya ve Macaristan Avrupa Birliği ve Nato’nun üyesidirler.

Aşağıdaki bağlantılardan, başlangıçtan günümüze her iki ülkenin tarihlerine özet olarak ulaşabilirsiniz.

B.Berksan.

Polonya

Macaristan


İlgili sayfalar

🔎Devrimler Avrupası

🔎Prusya

🔎Rusya, 17.yüzyıl

🔎 Kossaklar (Kazaklar)

🔎 I.Süleyman (Kanuni)

🔎 IV.Mehmed (Avcı)

🔎 Sovyetler Birliği'nin Dağılması


6 Ağustos 2023 Pazar

Balkanlar

Bizim de kısmen içinde olduğumuz komşu Balkan coğrafyasının tarihsel sürecini özet olarak göstermeye çalışacağız. Günümüzde Balkanlar farklı kimliklere sahip toplulukların devletler olarak yapılandığı bir görünüm sergilemektedir. Yugoslavya'nın bölünmesiyle görece yakın zamanda ortaya çıkan bir çok ülke de zaman içinde Okuma Atlası'nda ayrı sayfalar halinde yer alacaktır.

Balkan terimi, ağaçlarla kaplı dağlar silsilesi anlamına gelen Türkçe bir terimdir. Avrupa-Asya geçişinin Avrupa ayağını oluşturan Balkanlar çok değişik etnik topluluğa ev sahipliği yapmıştır.





“Yunanistan'ın kuzeyindeki Balkanlar üzerindeki önemli etkiler, esas olarak doğudaki bozkırlardan ve kuzeydeki Karpatlar ve Transilvanya'nın metal işleme kültürlerinden geldi. Bu Balkan kültürleri, bozkır halklarından türetilen silahlar ve dövüş teknikleri ile birlikte günümüz Almanya'sında geliştirilen metalurji teknolojilerini ödünç aldı. Savaşçı mezarlarında bulunan bronz silahlar, Karpat ustalarının işlerindeki beceri ve güzelliği göstermektedir. Bugünün Romanya ve Sırbistan'ında bulunan benzer objeler, bu dönemde (MÖ 2000-1500 civarı) bu kültürün etkisinin Kuzey Balkanlar'a iyice yayıldığını gösteriyor. Klasik Yunanlılar, Mikenlilerden farklı olarak, Karadeniz'in batı kıyılarında kalıcı koloniler kurdular ve Balkan iç kesimlerinde yaşayanlarla yoğun temaslar kurmaya başladılar. 

M.Ö. yedinci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Trakya'nın Ege kıyılarında ve Tuna ağzına kadar Karadeniz'in batı kıyılarında Yunan yerleşimleri vardı. Bunlar öncelikle Yunan lüks mallarının tahıl ve kölelerle takas edildiği ticaret depolarıydı, ancak ekonomileri en azından kısmen bağımlı hale gelen Doğu Balkanlar ve Karadeniz bozkırlarının iç kesimlerindeki halklar üzerinde önemli bir kültürel ve ekonomik etkiye sahipti.

Yunanlılarla ticaret Daha M.Ö 7. yüzyılda, Karadeniz bozkırlarının bazı sakinleri görünüşe göre ticari tarımla uğraşıyor, Yunan üretimi lüks mallar karşılığında Atina'ya tahıl tedarik ediyorlardı. Herodotus, Tarihinde (M.Ö 5. yüzyılın ortalarında yazılmıştır) Balkanlar'da ve çevresinde yaşayan çeşitli kabileleri tanımlamıştır ve bu okuma yazma bilmeyen halklar hakkındaki "görgü tanıklarımızın" neredeyse tamamı onun açıklamalarından türemiştir. Başlıca ilgi alanları, Yunanlıların Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırların göçebe ve yarı göçebe sakinlerine ve toprakları bugünün kuzey Yunanistan'ında Ege Denizi'nden Karadeniz kıyısına kadar uzanan Trakyalılara verdiği genel isim olan İskitlerdi.  Herodot ayrıca klasik Yunan şehir devletlerinin hemen kuzeyinde ve doğusunda yaşayan Trakya kabilelerinin gelenekleri hakkında renkli açıklamalar yaptı.”

Trakyalılar, MÖ 360'ta ağabeyi kuzeyde Makedonya sınırındaki İliryalılarla savaşta öldürüldükten sonra Philip'in kral olmasıyla öne çıkan Makedonlar tarafından tamamen Helenleştirilecekti. Philip, Makedonya'yı klasik Yunan dünyasının sınırlarındaki bir taşra krallığından tartışmasız liderine dönüştürdü. Klasik dönemin şehir devletlerinin aksine Makedonya, siyasi, dini ve askeri lider olan bir kralın yönetimindeki merkezi bir devletti.” (1)

Balkanların Roma öncesi halkları, daha sonra bu bölgeye gelen göçler sonucu yeni gelenlerin içinde erimişlerdir.  Bunlardan Arnavutlar, Grekler, Ulahlar bölgedeki varlıklarını sürdürürken yeni gelen Slavlar, Türkler kalıcı olmuş ve kendi yönetim yapılarını oluşturmuştur.  Andığımız topluluklara Hırvatları, Slovenleri, Makedonları, Bosnalıları da dahil etmeliyiz. (Bir çoğu slav kökenli) Bölgeyle ilgisi bakımından Habsburglar ve Macarlar da Balkanların siyasi sürecinde yer almışlardır. Hazar denizinin kuzeyinden gelen ve Türk dilleri konuşan Bulgarlar, Hunlar, Avarlar, Uzlar bölge tarihinde önemli roller oynamışlardır.



Orta Avrupa’da 7. ve 8. yüzyıllardaki değişimler bölgenin günümüzdeki yapısını şekillendirdi. Göçler sonrasında, Tuna güneyinde Roma İmparatorluğu Bizans olarak ayakta kaldı. Avarların ve Bulgarların göçleri ve bu göçlerin tetiklediği Slav halkların yer değiştirmeleri bölgenin etnik yapısını oluşturdu. 

“Avarlar, Pannonia'da yaşarken karşılaştıkları Slav kabilelerinin yanı sıra, işgal güçlerinin bir parçası olarak yanlarında başka Slavları da getirdiler. 7. yüzyılın ilk on yıllarına gelindiğinde, Adriyatik kıyısı boyunca ve güneyde Ege adaları ve Batı Anadolu'ya kadar uzanan Bizans şehirlerine tek başlarına veya Avarlarla birlikte saldırıyorlardı. Balkanlar'daki Slav varlığı, Bizans diplomasisi ile güçlendirildi. Bizans'ın Adriyatik kıyı kentleri üzerindeki Avar baskısını hafifletmek için İmparator Herakleios (620'lerin sonları), Karpatlar'ın kuzeyindeki orijinal Slav anavatanından Beyaz Hırvatları ve Elbe bölgesinden (Lusatia) Sırpları Adriyatik hinterlandına yerleşmeleri için davet etti. Bizans topraklarına yaptıkları seferlerin ardından Panoniyen Ovası'na dönen Avarların aksine, Slavlar genellikle Balkanlar'da kaldılar. Mora'ya kadar ilerlemeleri dokuzuncu yüzyılın başlarında durduruldu (805'te Patras'taki yenilgileri bir dönüm noktasıydı); yine de Selanik'in kuzeyindeki Balkan Yarımadası'nın çoğu, kalıcı bir Slav yerleşim bölgesi haline geldi. Birkaç yüzyıl daha şehirlerin çoğunda hâlâ Romalıların ve Bizans Yunanlılarının torunları yaşıyordu, ancak dağlık bölgeler Avaro-Slav ilerlemesini besleyen halklar için bir sığınak görevi gördü. Bu mülteciler arasında, daha sonra onuncu ve on birinci yüzyıllarda Ulah çobanları olarak ortaya çıkan ve Epirus, Makedonya ve daha kuzeydeki dağlık bölgelere yayılan Balkanlar'ın yarı Romalı yerlilerinin torunları da vardı. Benzer şekilde, Arnavutlar da muhtemelen aynı dönemde Epirus dağlarına sığınan İliryalılar ve Trakyalıların torunlarıydı” (2)



Burada Balkan halklarının Ortodoks mezhebini kabul etmelerine de bir parantez açmalıyız. Bu olgu Katolik dünyasına komşu ve merkezi Konstantinopolis olan mezheb, Balkan bölgesinin tarihi için belirleyici sonuçlar doğurmuştur. Methodius ve Kyril kardeşler, bölgede kullanılan alfabe başta olmak üzere, ortak ayin dili oluşturmada önemli rol oynamışlardır. 


Balkan coğrafyası, tarih boyunca Anadolu’daki egemen güçlerin etki ve ilgi alanında oldu. Zaman zaman bunun tersi de doğrudur. Osmanlı devletinin Balkanlardaki varlığı, onun bir Avrupa devleti sayılmasının da nedeniydi.

“14. yüzyılın sonuna gelindiğinde modern Balkan devletlerinin temeli atılmış bulunuyordu ki, bu dönemde bu modern devletlerin her birinin bir karşılığı mevcuttu: Eflak, Boğdan ve Erdel'de Romanya; Ortaçağ imparatorluklarında Bulgaristan; Sırp, Hırvat ve Boşnak krallıklarında Yugoslavya; İllirya'da Arnavutluk; Bizans İmparatorluğu'nda ise Yunanistan. Bölge içinde nüfus değişikliklerinin ve bazı göçlerin gerçekleşecek olmasına karşın daha sonraki dönemde, barbar istilalarıyla mukayese edilebilir büyüklükte bir dış müdahale söz konusu olmadı. Bu ilk devletlerin hiçbirinin modern anlamda ulusal olmadıklarını özellikle vurgulamak gerekir. Bu hükümetler temelde, güçlü asillerin bir lider etrafında oluşturdukları ittifakları temsil etmekteydi. Bizans liderleri gibi otokratik liderlerin sayısı azdı. Feodal sadakatler, devlet yönetimindeki güçlü kişilerin devletin korunmasında ve sınırlarının genişletilmesinde ortak menfaatlerinin bulunmasına bağlıydı. Bulgar ve Sırp devletlerinin akıbetlerinin de ortaya koyduğu gibi, bir asil, yöneticisine isyan etmesi ve düşman bir güçle ittifak kurması çıkarlarına daha uygun düştüğü takdirde kolayca müttefik değiştirebilmekteydi. İmparatorunun güçlü konumuna karşın Bizans İmparatorluğu da benzer sorunlarla karşı karşıya kalmaktaydı.

….

Ortaçağın sonuna gelindiğinde, sadece modern Balkan devletlerinin temelleri atılmakla kalmamış; fakat aynı zamanda, sınırları yaklaşık olarak Doğu ve Batı Roma İmparatorluklarının sınırları ölçüsünde ve uzun ömürlü bir kültürel kırılma yüzünden bölgenin bölünmesi de gerçekleşmiş bulunuyordu. Bu bölünmenin temelinde iki Hristiyan kilisesi arasındaki fark yatmaktaydı. Bulgarların, Yunanlıların, Rumenlerin, Sırpların çoğu ve birçok Arnavut, güçlü bir Bizans  etkisine sahip olan Ortodoks dünyasının bir parçası halini aldı. Slav nüfus, ibadet dili olarak kendi dillerini kullandı ve Eski Slavca onların ortak edebi dili oldu. Kiril alfabesiyle yazmaktaydılar. Sanat ve mimaride Bizans tarzlarını izlediler. Buna karşın, kuzeybatı Balkanlar'daki Sloven ve Hırvatlarla bazı Arnavut ve Boşnaklar arasında Katoliklik ve Batı etkileri baskındı. Kilisenin dili Latince olduğu gibi kullanılan alfabe de Latinceydi. Batılı mimari tarzlardan, önce romanesk ve sonra da gotik onların binalarının karakteristik tarzı oldu.”(3)


Balkanlar oldukça farklı etnik ve dini toplulukların kendi aralarındaki rekabete sahne oldu. Bunun yanı sıra emperyal güçlerin de kontrol etmek istediği stratejik bir konumdaydı. Nitekim 4.Haçlı seferi sırasında Latinler İstanbul'u işgal ettiler, Yunanistan topraklarını paylaştılar.

14. ve 15.yy.larda Balkanlar’da egemen güç Osmanlılar oldu. 18.yy.dan başlayarak bölge diğer büyük güçlerin siyasi oyun alanında önemli bir yer edindi. İngiltere küresel çıkarları gereği Rusya’nın bölgede güçlenmesini engellemeye çalıştı. Özellikle Katolik Balkan bölgesinde Avusturya- Macaristan’ın etkisi güçlüydü. Rusya Ortodoks dünyasının hamisi rolünde bölgeye artan bir ilgi gösterdi. Fransız devriminin ulusçu bağımsızlık hareketlerine esin kaynağı olması, özellikle 19.yy.ın ortasındaki güçlü ayaklanmalara neden oldu. Bu süreçte Osmanlı egemenliğindeki Balkanlı topluluklar güçsüzlüklerinin farkında olarak büyük devletlere yanaşarak bağımsızlıkları için harekete geçtiler. Zamanın ruhu da onların lehineydi.

“Güneydoğu Avrupa’daki (Balkanlar) ulus-devletler yakın sayılabilecek bir zamanda ortaya çıktığı için, gerek tarihçiler gerek politikacılar onlarla antik ve/veya Ortaçağ’a ait devletler arasında bağ kurarak meşruiyetlerini pekiştirmeye çalıştılar. Böylece, rakip ya da rakip olma potansiyeli taşıyan uluslara karşı ideolojik yarışta “daha eski olmak” gibi bir gerekçe edinilmiş oluyordu (sözgelimi “kronolojik olarak ilk önce biz vardık…”). Bu durumda çoğu zaman, bölgedeki her halkın bütün bir tarihi, ulusal idealler uğruna yürütülen (ve teleolojik olarak, ulus-devlete varacak) bir mücadele olarak ele alındı; tarihin bütün karakterlerine, anlarına ve süreçlerine, ulusal ideale ulaşmaya olan katkılarına bakılarak değer biçilir oldu. Bu türden çarpıtılmış söylem kalıpları, tarihi büyük-anlatılar, hem toplumu modernleştirme girişimlerini güçlendirmek hem de ulusal birlik ve bütünlüğün inşası için kullanılıyordu” (4)



Şablon aynıydı. Büyük güçler müdahale etti. Özerklikten bağımsızlığa geçildiğinde her bir çekirdek bağımsız devletçiğin başına bir batılı prens getirildi. Bu prens, yeni ülkeyi meşruti monarşi ilkeleri temelinde, kendi danışman kadrosu ile biçimlendirdi. Yerel güçlerin etkinliği arttıkça iktidar mücadelesi giderek hız kazandı. Her bir ülkenin sayfasında ana hatları ile bu gelişmeler gösterilmeye çalışıldı.

Balkan ulusları son dönemde (Post Komünizm) kaderlerini Avrupa Birliği ile birleştirdi. Küresel güç dengeleri onları NATO ittifakında yer almaya itti.  Siyasi ve ekonomik istikrar bağlamında yapılan bu tercihlerin bilançosunu gelecekte göreceğiz.

Geçmişte ülkemizde yaşayan birçok ailenin Balkanlar ile bağı vardı. Şimdi de hala akrabaları bu ülkelerde yaşayan birçok vatandaşımız bulunuyor.

Balkanların, Anadolu ve Trakya coğrafyasında yaşayan bizlerin doğal merak alanında olması gerektiği inancıyla, aşağıdaki sayfalarda bölge ülkelerine ilişkin giriş niteliğinde sayfaları paylaşıyorum. B.Berksan

(1) The Balkans in World History , Andrew Baruch Wachtel, 2008

(2)Balkan Tarihi, Barbara Jalevic

(3)Balkan Tarihi, Barbara Jalevic

(4)Güneydoğu Avrupa’da Milletler ve Devletler, Editör: MIRELA-LUMINITA MURGESCU, CDRSEE,2008

Kaynaklar:

Balkan Tarihi I, 18 ve 19.Yüzyıllar, Barbara Jalevic, Küreyel Yayınları,2006

Balkan tarihi II, 20. Yüzyıl, Barbara Jalevic, Küreyel Yayınları,2006

Güneydoğu Avrupa’da Milletler ve Devletler, Editör: MIRELA-LUMINITA MURGESCU, CDRSEE,2008

The Balkans in World History , Andrew Baruch Wachtel, 2008

Balkanlar'ı Tahayyül Etmek, Maria Todorova, İletişim Yayınları, 2003

Yunanistan Kısa Tarihi, Richard Clogg, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2015

A Concise History of Bulgaria, R. J. CRAMPTON, Cambridge University Press, 2005

Historical Dictionary of Albania, Second Edition, Robert Elsie, Scarecrow Press, Inc.,2010

Historical Atlas of Central Europe, Paul Robert Magocsi, University of Toronto Press, 2018

The Palgrave Concise Historical Atlas of the Balkans, DENNIS P. HUPGHIGK and HAROLD E. Gox, 2001

Bizans Tarih Atlası, Jhon Haldon, Alfa, 2017

Sayfalar: 

Bulgaristan

Sırbistan

Yunanistan

Romanya

Arnavutluk

Yugoslavya

Balkan Yarımadası Jeopolitiği ve  Osmanlı Yayılışı

Balkan Harbi

Balkanlar: Etnik Karmaşanın Dilsel Boyutları, Bilgehan A. Gökdağ

Osmanlı'nın Arnavutluk'u Fethi, İlkay Erken

Konuyla ilgili bağlantılar:

🔎Antik Yunan Coğrafyası

🔎Makedonya Krallığı

🔎Roma İmparatorluğu

🔎Bizans

🔎I.Murat Dönemi

🔎Osmanlılar I

🔎Avusturya 19.Yüzyıl

🔎Slavlar

🔎Avarlar

🔎Bulgarlar

🔎Oğuzlar/Uzlar

Not: Macaristan ve Polonya  Balkan coğrafyası ile tarihsel ilişkileri nedeniyle, ayrıca ele alınacaktır.


22 Şubat 2023 Çarşamba

Çin (Moğol dönemine kadar)

Çin, Okuma Atlası coğrafyasının sınırları dışında kalıyordu. Ancak Avrasya’nın bozkır halklarını göstermeye çalıştığımız sayfalarımızda Çin’i dışarıda bırakmak olanaksızdı. Özellikle Orta ve Doğu Asya’da olup bitenler Çin tarihini dikkate almadan anlaşılamaz.

Bozkır(step) coğrafyasındaki göçebe kültürler ile yerleşik kültürlerin etkileşimi bölgenin tarihini belirlemiştir.  Bu sayfada Çin uygarlığının ana uğraklarını ve çok genel olarak hanedanlar tarihini Moğol istilasına kadar özetlemiş oluyoruz.

Diğer nehir uygarlıkları gibi (Nil, Mezopotamya, İndüs) Sarı Nehir’in suladığı ve tarıma elverişli topraklarda gelişen Çin uygarlığı, bir çok etkenin yanında coğrafyanın nasıl da belirleyici olduğunun iyi bir örneğidir. Bu topraklarda insanlar tarım yaptı, köyler kurdu ve merkeziyetçi yönetim yapıları ile büyük devletler halinde örgütlendi. Hun (Hyung nu) boylarının devlet yapısı benzeri örgütlenmelerinin ileri aşamasında, seddin güney tarafında gerçekten ilerlemiş bir uygarlık vardı. Yine de bozkır coğrafyasının ürettiği enerji, bu uygarlık üzerinde çok derin etkilerde bulundu. Çin, iç hanedan savaşlarında bu güçleri müttefik olarak kullandı. Bu boyların bazı kolları Çin hanedanı olarak özellikle kuzey bölgelerini uzun süre yönetti. Ancak azınlık olan bu yönetici halklar sonunda Çinlileşti ve tarihin potasında eridiler.

Bizim amacımız daha ileri okumalarla, okuyucunun kendi yorumunu oluşturmasına yol açmaktan daha ileri değil. B.Berksan.



2 Şubat 2023 Perşembe

Avrasya'nın Bozkır Halkları

Coğrafyamızı merkez alan tarih sayfalarımızda, Anadolu’nun, en eski çağlardan günümüze kadar tarihsel görünümünü göstermeye çalışmıştık. Bu bağlamda batıdaki büyük güçleri de küresel  ve tarihsel derinliğimizdeki rolleri nedeniyle sayfalarımıza taşıdık.

Aşağıdaki sayfalarda, bakış açımızı daha da genişleterek, tüm Avrasya tarihini bir şekilde etkilemiş göçebe kültürlerinin büyük resmini oluşturmaya çalışacağız. Türklerin batıya göçünü temel alarak daha önceden oluşturduğumuz sayfaları güncelleyerek ve komşu soylarla etkileşimini dikkate alarak büyük resmin çözünürlüğünü arttırmaya çalışacağız.

Yaklaşık 2000 yıllık bir tarihsel dönemden ve günümüz Macaristan'ından başlayan ve Çin'in kuzeyine ulaşan bir coğrafyadan söz ediyoruz.  Diğer bir deyişle Avrasya'nın bozkır kuşağında nelerin olup bittiğini görmeye çalışacağız. Konulara,  belirli bir etnik soyun tarihini araştırmak niyetiyle yaklaşmayacağız. Söz konusu coğrafyada, İrani diller konuşan göçebeler, Moğol kökenli halklar ve Altay dilleri kullanan göçebelerin, yerleşik kültürlerle gerilimli ve diyalektik ilişkilerini görmeye çalışacağız.

Alıntı metinlerde yer alan “barbar” sözcüğüne dikkat çekmek istiyorum. Ele aldığımız dönemin başlarında yazılı olmayan kültürleri ve etnik halkları, komşuları olan, yerleşik yazılı kültürler aracılığı ile öğreniyoruz. En doğuda Çin, İran, geç dönem Arap İslam, Antik Yunan ve Roma kaynakları, kendinden olmayan ötekiler için bir çok nitelemede bulunmuşlardır. Göçebe-yerleşik gerginliğinin, dönem yazarlarının nesnelliğini etkilemesini doğal karşılamak durumundayız. Barbar sözcüğünü öteki, yabancı, kendinden olmayan olarak okumanın daha doğru olacağı düşüncesindeyim.

Diğer bir konu da, metinleri okurken kendi dönemlerinin koşullarını dikkate almadan bugüne taşımanın getireceği sorunlar. Bilindiği gibi bozkır (step) coğrafyasında olup bitenler Türk tarihini de yakından ilgilendirmektedir. Bu bağlamda, resmi tarihin oluşturduğu anlatılar, yeni araştırmaların ışığında bazı yerleşik yorumların yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılabilir.

Alıntıladığımız metinlerin nesnelliği de doğaldır ki tartışmaya açıktır. Bu metinler daha çok Avrupalı tarihçiler tarafından kaleme alınmıştır. Onların kullandığı kaynaklar da yukarıda belirttiğimiz gibi yerleşiklerin bıraktığı yazılı metinlerdir. Diğer bir önemli kaynak da, başta mezar buluntuları olmak üzere, kazılarda ele geçen kültür varlıklarıdır. Konuştukları dil farklı olsa da, bozkır hayatının yaşama koşulları birbirine benzer olduğundan, farkları detaylar oluşturmakta bu da bazı karışıklıklara yol açmaktadır. Tarihçilerin önemli konularda karşıt görüşlerde kutuplaşmasında bu gibi etkenlerin rolü olduğu düşüncesindeyim. 

Burada akademik bir disiplin içinde tüm konuların ele alınmadığını bir kez daha belirtelim. Düşüncelerimize çerçeve oluşturarak  yeni okumalar için merak uyandırabilirsek amacımıza ulaşmış olacağız. 

B.Berksan


Bozkır Halklarına ilişkin sayfalardaki görsel ve metinlerin alıntılandığı kaynaklar:

Avrupa Hun İmparatorluğu, Ali Ahmetbeyoğlu, Türk Tarih Kurumu, 2001

Bizans Tarih Atlası, John Haldon, 2006, Kitap Yayınevi

Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Prof.Dr.Bahaeddin Ögel, Türk Tarih Kurumu,2015 (Birinci baskı 1981)

Erken İç Asya Tarihi, Derleyen Denis Sinor, İletişim Yayınları, 8. Baskı 2017

Göktürklerden Önce Türkler, Gürhan Kırilen, Gece Kitaplığı, 2015

Göktürkler, Ahmet Taşağıl, Türk Tarih Kurumu, 2003 (II.Baskı)

Hunlar, Timo Stickler, Runik Kitap, 2022

Hunlar, Edward Arthur Thompson, Phoenix Yayınevi, 2012

İskitler (Sakalar),Prof.Dr.İlhami Durmuş, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları,2008

İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Prof.Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991

İpek Yolu İmparatorlukları, Christopher Beckwith, ODTÜ Yayıncılık, 

Kimmerler ve İskitler, Mihail Artamonov, Selenge Yayınları, 2020

Orta Asya, Tarih ve Uygarlık, Jean Paul Roux, Kabalcı Yayınevi, 2001

Orta Asya Türk Tarihi, Anadolu Üniversitesi, Açık Öğretim Fakültesi, Editör: Prof. Ahmet Kanlıdere, 2011

Orta Asya Türk Tarihi Araştırmaları, Özkan İzgi, 2. Baskı 2017

Ortaçağ I.Ed.Umberto Eco, Alfa Yayınları, 2012

Scythiyans, Barry Cuncliffe, Oxford University Press, 2019

Tartarica Atlas, Tatarlar ve Avrasya Halklarının Tarihi, Kazan — Moskova — St. Petersburg — İstanbul 2017



Sayfalar

Bozkır Coğrafyası

Bozkır Halklarının Gücü

Arilerin Ülkesi

Kimmerler

Sakalar

İskitler ve Sarmatlar

Alanlar

Massagetler

Yüeçiler

Hunlar

Kavimler Göçü

Juan juanlar

Tabgaçlar

Akhunlar

Göktürkler

Avarlar

Avrupa'ya Akınlar

Hazarlar

Türgişler

Karluklar

Bulgarlar

Uygurlar

Kırgızlar

Oğuzlar

Macarlar

Kıpçaklar

Peçenekler

Büyük Selçuklular

Moğollar


27 Mayıs 2022 Cuma

 1960-2000 dönemini gösteren sayfalar güncellendi. Burada amaçlanan, olguları olabildiğince nesnel bir biçimde yansıtarak, okuyucuya kendi yorumu için bir birikim oluşturmak. Tablolar eksiksizlik iddiasında değil. Görece önemli olaylar atlanmış da olabilir.

Toplum olarak demokrasiyi içselleştirme sürecinde sürekli siyasal, sosyal ve ekonomik krizler yaşandığını görebiliyoruz. Sorunlarımızın nedenlerini yorumlamak kullandığımız şablonu aşmaktadır.  En belirgin örneği ekonomi alanında olmak üzere, bazı konuların döngüselliğini görmek yine de mümkün.  

Bir ülkenin yaşadığı coğrafya kaderidir diyebilir miyiz? Bu sorunun yanıtını ararken, sadece fiziki coğrafyasını değil, komşuları, yatay ve  tarihsel yaşantıları bağlamını da dikkate almalıyız. B.Berksan